Skip to main content

“LGBTİ+’ların da yararlanabildiği bir evlilik eşitliği yokken evlilik vurgusunun kadın ve erkek arasında olabileceğini belirten bir anayasa değişikliği ve peşine bunun madde gerekçesinde de “sapkın” gibi bir kelimenin kullanması, otomatikman bir nefrete ve ayrımcılığa işaret ediyor. Sapkın kelimesinin hukuken bir karşılığı yok. Sadece belli bir kitlenin LGBTİ+ları kriminalize etmek için kullandığı bir kelime… İnsan hakları açısından tabii ki de büyük bir gerileme”

‘Eşitliğin Peşinde’ video serimizin ilk bölümünde Anayasa’nın 24. ve 41. maddelerinde değişiklik yaratacak yasa teklifini tartışıyoruz.

Anayasa değişikliği teklifinde, “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlıklı 24. maddeye, “temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılmasının, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamayacağı” ve “hiçbir kadının dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamayacağı ve bu nedenle kınanamayacağı, suçlanamayacağı ve herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulamayacağı” hükmü eklenmesi, ve  “Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları” başlıklı 41. maddede ise “evlilik birliğinin ancak kadın ile erkeğin evlenmesi ile kurulabileceği” yönünde değişiklik yapılması öngörülüyor.

Kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin hazırlık sürecine dâhil edilmediği Anayasa değişikliği teklifini 17 Mayıs Derneği’nden Avukat Kardelen Yılmaz ile konuştuk.

Türkiye’de “aile” kavramına dair tartışmalar yakın tarihte İstanbul Sözleşmesi’nin metni içinde yer alan “ev içi şiddet” olarak geçen ifadenin “aile içi şiddet” olarak resmi çevirisinin yapılması çokça tartışıldı. İstanbul Sözleşmesinde ki o tartışmaları ve bugüne geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şöyle ki İstanbul Sözleşmesiyle birlikte tartışılan “aile” meselesi de dahil bize dayatılan bir aile anlayışı var. Bu aile anlayışı kapsayıcı değil. İstanbul Sözleşmesi’nde ki tartışma biraz daha kadınların ve LGBTİ+ ‘ların uğradığı şiddeti yalnızca evlilik birliğinin olduğu bir aile yapısı içerisinde değil, kadınlar ve LGBTİ+ ‘ların annelerinden, babalarından, kardeşlerinden ve partnerlerinden de şiddet gördüğü üzerineydi. Bu yüzden “ev içi şiddet” denmeli diyorduk ki doğru olan buydu. Bu şekilde bakmadığımız zaman aslında şiddetin büyük bir kısmı ‘görünmezleştirilmiş’ oldu. İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasından bu yana da şiddet vakalarına bakarsak bu ‘görünmezleştirilme’ pekiştirildi.

Hem İstanbul sözleşmesi hedef alınırken hem öncesinde hem sözleşmeden çıktıktan sonra zaten kadınların ve LGBTİ+ ’ların bütün kazanımları tek tek hedef gösteriliyordu. Uluslararası çocukları koruyan sözleşmeler, kadınları koruyan sözleşmeler ve 6284 sayılı kanun hedef gösterildi. Özellikle 6284 sayılı kanunun uygulamasında inanılmaz aksaklıklar olmaya başladı. Şu anda 6284 sayılı kanunu uygulamaya çalışan tek meslek grubu avukatlar gibi görünüyor. Gerçekten uygulansa iyi etkisi olabilecek bir kanun iken hiçbir şekilde uygulanmayan bir kanuna dönüştü. Şikayet etmek ve şikayeti kaydettirmek bile karakolda olabildiğince zorlaştı. Bu da aslında sözleşmeden çıkılmasının etkisinin somut göstergelerinden biri bence.

Anayasa’nın 24. maddesinde ve 41. maddesinde değişiklik yaratacak anayasa değişikliği teklifi sizce ayrımcılık yaratacak mı?

Yasa teklifi ayrımcılık yaratmaya zaten teklifin diliyle başlıyor. Yani tasarının kendisi ayrımcı. Birincisi, kadınların kılık kıyafetlerine yönelik bir güvence sağlanmasını beklerken hukukun yalnızca örtülü Müslüman kadınların kılık kıyafetine yönelik bir güvence tanıması aslında başlı başına bir ayrımcılığın göstergesi. Yasa teklifi kapsayıcı değil. İkincisi ise şu an zaten LGBTİ+’ ların da yararlanabildiği bir evlilik eşitliği yokken evlilik vurgusunun kadın ve erkek arasında olabileceğini belirten bir anayasa değişikliği teklif ediliyor. Madde gerekçesinde de “sapkın” gibi bir kelimenin kullanılıyor. Hukuken yeri olmayan bir kelime ve hiçbir anlamı yok. Bu kelimenin madde gerekçesinde yer alması otomatikman bir nefrete ve ayrımcılığa işaret ediyor. “Ne gibi etkisi olacak?” dersek eğer hem kadın mücadelesine ve LGBTİ+ mücadelesine doğrudan bir etkisi olmayacak. Mücadele her zaman devam edecek.

Bir diğer etki de örtülü Müslüman kadınları kapsayan anayasa maddesi örtülü olmayan Müslüman kadınların inancını sorgulanmasına ve müdahale edilmesine sebep olabilir. Müslüman olmayan kadınların hayatlarının yargılanmasına ve hedef gösterilmesine sebep olabilir.Benim öngörüm ki birçok insanın da öngörüsü, hak savunucularının ve hakkını arayan herkesin daha çok hedef gösterildiği ve kriminalize edildiği bir süreç bizi bekliyor. Ben hukukun konusunun insan olduğunu unuttuğumuzu da hatırlatmak istiyorum. Biz normalde hak sahibiyiz. Haktan yararlananlarız. Ancak hukuk, artık insanı haktan yararlandıran bir pozisyondan çıkmış şekilde kullanılıyor. Biz hakkımızı aradığımız için hedef gösterilip kriminalize ediliyoruz.

Anayasa’nın hem 24. maddesine hem 41. maddesine eklenen ifadelerin temel insan haklarına etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yasa teklifi, insan hakları alanında genel anlamda çok büyük bir gerileme yaşatacak. Çünkü LGBTİ+ ’lar Türkiye’ de şu an yaşam hakkı mücadelesi veriyor. En temel insan hakkına ulaşmaya çalışıyorlar. Şimdi yaşam hakkında ulaşmaya dair bir çabanın ortasında tamamen bir geriye itilmişlik söz konusu. Yasa teklifi, doğrudan LGBTİ+’ların haklarını hedef alıyor. Ve varoluşlarını ve kimliklerini aslında yok sayıyor. Belli bir kitlenin LGBTİ+ ‘ları kriminalize etmek için kullandığı “sapkın” kelimesi yasa teklifinin gerekçesinde yer alıyor. İnsan hakları açısından tabii ki de büyük bir gerileme. LGBTİ+ ’ların da yararlanabileceği şekilde evlilik eşitliği umarım ilerleyen zamanlarda olur. Ancak şu an böyle bir gündem yokken bunun öne sürülmesi yine hedef göstermeyi ve nefret söylemini çok arttırıcı bir etki yaratıyor. Genel olarak özgürce yaşamaya ve özel hayata müdahalenin önünü açan bir anayasa değişikliği teklifi söz konusu burada.

Bir de bu zamana kadar gördüklerimizi de yaşadıklarımızı da baz alırsak hakikaten de yaşama bir müdahale var. Özgürce yaşamaya bir müdahale var. Kendi hayatımızı, sınırlarını istediğimiz gibi belirlemeye bir müdahale var. Yine çocuk hakları da aynı şekilde geçerli ki son dönemde gündemimizdeydi. Ailenin korunması diye dayatılan o ailenin korunması anlayışı çocuğun korunmasının önüne geçebiliyor. Sadece LGBTİ+ alanıyla ilgili değil ama doğrudan kriminalize edildiği için LGBTİ+ hakları açısından sıkıntılı bir madde ya da düzenleme diyebiliriz. Ancak diğer alanlara da çokça etki edecektir.

Anayasa değişiklik teklifine karşı sizce nasıl bir mücadele yürütülmeli? Ya da nasıl bir mücadele mümkün?

Öncelikle hukukun konusunu insan olduğunu tekrar hatırlamamız gerekiyor. Hak sahibi bizleriz, hukuk bizler için var. Hukuk benim hayatımı korumak ve haklarını güvence altına almak için var. Biraz bunu unuttuk. Bu anlamda toplum olarak sindirildi. Bunu tekrar hatırlatan ve çeşitliliğimizi de vurgulayan bir şekilde tekrar hukuka bir sahip çıkmak gerekiyor. Aslında bu süreçte insanlara bunu daha çok anlatmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hem toplum olarak sindirildik hem de sürekli birbirimizden nefret etmemize dair bir manipüle halindeyiz. Neden nefret ettiğimizi bilmeden bile birbirimizden nefret ediyoruz. Bunu anlatmaya devam edeceğiz. Hiçbir zaman yılmayacağız. Gerçek hukuk bu değil. Gerçek anlamda hukuk devleti olmak da bu değil. Böyle bir yerden hakların sahibinin biz olduğu hatırlatarak, kendi hakkımızın peşine düşeceğimizi, herkes için eşit, özgür yaşayabileceği, çeşitliliğe açık ,kapsayıcı bir hukuk düzeninin olabileceğini anlatarak, mücadele devam edecek ve değişim sağlanacaktır.

Anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesi durumunda kadın mücadelesi ve LGBTİ+ mücadelesi nasıl etkileyecek?

Ben kadınların ve LGBTİ+ ‘ların her zaman mücadeleye devam edeceğini düşünüyorum. “Bu böyle gitmez“ dediğim aslında bu baskı düzeni ve bir sonu olacak. Sürekli böyle baskılayarak dayatarak, sınırlandırarak, kısıtlayarak kriminalize ederek hiçbir yerde hiçbir şey devam etmiyor. Bir noktada yeniden yaratılıyor. Ben öyle bir geçiş yapacağımızı düşünüyorum. O anlamda biraz olumluyum. Mücadele hedef gösterilme ve hukukun aslında kriminalize etmeye bir araç olarak kullanılması yönünden evet zorlayıcı olabilir ama hiçbir zaman ümidimizi kaybettiğimiz ve bitecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.

#AyrımcılığaKarşıBirlikte mücadele için anayasa değişikliği teklifine karşı kamuoyunu “hayır” demeye çağırıyoruz.

Eşitlik İzleme Merkezi tarafından hazırlanan “Eşitliğin Peşinde” video serisi devam edecek…

KONUŞMACI HAKKINDA

Kardelen Yılmaz, Ankara Üniversitesi hukuk fakültesinden 2014 yılında mezun oldu. Yoğunlukla kadın hakları, iş ve ceza hukuku üzerine bir yıl serbest avukat olarak çalıştı. 2017 yılından beri Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi üyesi ve Ankara barosu LGBTİQ+ hakları merkezi üyesi.

Kırmızı Şemsiye Derneği’nde üç yıl boyunca avukat olarak çalışan Yılmaz, ayrıca adalete erişim program sorumluluğu ve genel koordinatörlüğünü yürüttü. Ocak 2020’den beri 17 Mayıs Derneği Psikososyal Hukuki Destek Programı’nda avukat olarak çalışan Yılmaz, LGBTİ+ hakları, toplumsal cinsiyet ve hukuk konularında çalışmalar yapıyor.

Eşitlik İzleme Merkezi
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.